13 Eylül 2010 Pazartesi

Zafer Yahut Hiç

Türk öykücülüğünün en büyük isimlerinden olan Mustafa Kutlu, Uzun Hikaye'den sonra her sene olduğu gibi bu sene de biz okurlarını yeni kitabıyla sevindirdi. Önceleri eylül ayında çıkarıyordu kitaplarını. Fakat daha sonra Ramazan ayına göre ayarlamaya başladı çıkış tarihlerini.

Mustafa Kutlu, hayatın içinden bize yakın insanları çıkarıp, içtenlikle ve sadelikle anlattığı için çok sevilen bir yazardır. Zaten kendisi de bir önceki kitabı "Tahir Sami Bey'in Özel Hayatı"nda açıklıyor bunun nedenini: “Bence edebiyatla fazla oynamamak lazım, sonra oyuncak haline gelir”. Üstadın kitaplarını okurken hiç sıkılmazsınız, tabir-i caizse "akar gider" hikaye. Aynı zamanda Sibel Eraslan'ın da dediği gibi son hikayelerinde bir "Türkiye sosyolojisi" bulmak mümkün. Çarpık kentleşmeyi, yoksulluğu, kırsal kesim hayatını, oradaki insan ilişkilerini ve aşklarını da kendi diliyle anlatıyor.

"Gide gide şehir bitti."

Zafer Yahut Hiç, bu cümleyle başlıyor. Şehir bitiyor ve gecekondularla kurulan bir köydeki iç içe geçmiş aşk hikayelerine geliyor sıra. Bu hikayelerle beraber Mustafa Kutlu, gecekondu köyünün güzelliklerini, dertlerini de anlatıyor. Suçu insanlara değil, 'Ankara'ya atıyor: "Bizim devlet ilk günden bu yana böyle galiba. Kervan yolda düzülür misali. Vatandaş, kendi işini kendi görmek zorunda kaldı. Ne yapsın nüfus artıyor, ekmek aslanın ağzında. Kentleşmek böyle mi olur? Az gelişmiş denince kızıyoruz. Hiç hakkımız yok. Balık Ankara'dan kokuyor."

Bir çok Mustafa Kutlu hikayesinde olduğu gibi bu kitapta da "teslimiyet" var: "Dönüp kucaklamalı. Teslimiyet şart. Görelim Mevla neyler... İradei cüz'iyye ehlisünnetin bulduğu bir orta yol." Kitabın bir başka kısmında da çoğumuzun belki de söylemek istediklerini dile getiriyor:

'Zaman sanki bir ırmak ve su gibi aksın.' O kadar kolay değil. Beklemek lazım. Beklemek. Hayatın en zor işi. 'Ne hasta bekler sabahı / Ne taze ölüyü mezar'. Veya 'Ayrılık ateşten bir ok'. Off... Bu şiirlerle, şarkılarla düşünme adeti de nereden çıktı. Düşünceyi melankoliye dönüştürüyor. Sakin olmalı.

Kitabın arkapak yazısı da dikkat çekiyor. Abdülhak Hamid Tarhan'ın "Eşber" adlı manzum piyesinin özeti. Üstat, ilk defa arkakapak yazısı kullanıyor bu kitabında. Kitabı okurken bu yazının hikayeyle olan bağlantısını anlayamıyorsunuz. Ta ki son sayfaya kadar. Hikaye bitiyor, kapağı da kapatıp arkakapak yazısını tekrar okuyorsunuz. İşte o zaman her şey daha güzel oturuyor kafanızda. Lakin kitabın son sayfalarını okurken bir "Murat Menteş kitabı" okuyorum zannettim, bunu da itiraf etmeliyim.

Makedonya kralı İskender, Dara'yı yendikten sonra doğuda ilerlemektedir. Dara'nın kızı Rukzan hüviyetini gizleyerek Pencap hükümdarı Eşber'in sarayına sığınır. Eşber'in kızkardeşi Sumru, İskender'i gömeden ona aşık olmuştur. Gizlice buluşan ve sevişen Sumru ile İskender arasında gidip gelirken Rukzan da İskender'i sever. İskender Sumru'nun bütün ricalarına rağmen Pencap ülkesine yürür. Sumru sevgilisine söz geçiremeyince ağabeyini bu savaştan vazgeçirmek ister ancak Eşber halkına karşı sorumlu olduğunu bilir. Savaşır ve bir hain sandığı Sumru'yu öldürür. Bu haber İskender'e ulaşınca kıral kendisine engel olmak isteyen Rukzan'ı atıyla çiğneyerek geçer. Pencap düşer, Eşber zincire vurulur. Eşberin kahramanlığına hayran kalan İskender onu serbest bırakır ve kılıcını geri verir. Kılıcı alan Eşber intihar eder. Etrafı Eşber'in, Sumru'nun ve Rukzan'ın cesetleriyle çevrili olan İskender, bunun manasını hocası Aristo'ya sorar. Eser Aristo'nun cevabı ile biter:

-Zafer yahut hiç!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder