28 Eylül 2010 Salı

Önem Vermek Bir Sorun Mu?

4-5 gündür internetim yoktu. Dolayısıyla internete ve bloga giremedim. İşin açıkçası hayatımın önemli bir parçası olmasına rağmen bu süreçte interneti pek aramadım.

Aslında hayatımızda önemli zannettiğimiz bir çok konu pek de önemli değildir. Kendiliğinden pek de değerli değillerdir. Bizim onları "önemli" addetmemizdir önemliliklerini arttıran. Üstüne düşünmesek, kafa yormasak endişe edilecek şeyler değillerdir. "Önemli" diye düşünmesek, önemli olduklarını fark edemeyecektik bile. Belki de hiç var olmayacaklardı.

Bu 4-5 gün "Acaba internet de mi bunlardan biri?" diye düşünmekten kendimi alamadım. Yazın da internete giremediğim 2-3 haftalık bir süreç olmuştu ve o süreçte de interneti pek aramamıştım. Ama insanın elinin altında olunca, her şey değişiyor. İşte o zaman gereğinden fazla "önemli" hale getiriyoruz.

Anladım ki, arada ara vermek iyidir.

Dipnot: "Bilişim 2010" fuarına katılan bir yazarın köşe yazısında okuduğuma göre Facebook yasaklanmanın kapısından dönmüş. Yani mevcut yasalar altında kapanma ihtimali her zaman var. Alışmaya başlayın isterseniz. Hadi şimdi herkes Facebook'a!

Hüznü Defetmek Ya Da Onu Defnetmek

''Ya sen ne zaman görsem mutlusun, sıkıntınlarını hep içine mi atarsın?'' diye sordu güzel kız.
''Ben hüzünlerimden küçük çakıl taşları yapar onları komşunun camına atarım.'' dedi köyün delisi.
''Peki ya büyük kaya parçaları? Onlar cebine de sığmaz.''
''Onları da iple ayağıma bağlar, sonra bir uçurumun kenarından aşağı atarım.''

Peki ya biz ne yaparız hüzünlerimizi? Şayet imkanım olsa ben bir uzay mekiğinin kuyruğuna bağlayıp hepsini, buradan milyonlarca ışık hızı ötedeki yerlere göndermek isterdim. Sonra da geceleri gökyüzünü seyre dalar, ne zaman bir yıldız kaysa ''Oh bir hüznüm daha bitti, yitip gitti işte'' derdim. Belki o zaman kırmızı kar da yağardı.

Hüzünler küçükken kolumuzda, bacağımızda oluşan yaralara benzer, öldürmez ama acıtırlar. Ne zaman iyileşeceği de asla tam olarak bilinmez. Zira eğer kaşırsak ya da birilerinin koparmasına izin verirsek, çok bekleriz yara kabuk bağlayıp kapanacak diye. Peki ne yapmalı? Kimilerine göre yaralar mutlaka kapatılmalıdır, kimi de açık kalsa daha çabuk iyileşeceği fikrini savunur. Hüzünleri de bu şekilde bazı insanlar paylaşarak bazıları da kendi içine hapsedip yok etmeye çalışır.

Bana kalırsa ölümden başka her şeye çare bulunan şu hayatta, nasıl ki sevinçler paylaşılıyorsa hüzünler de paylaşılabilmeli. ''Akıl akıldan üstündür'' derler, dolayısıyla bizim için çok büyük görünen bir sorunun çözümü belki de etrafımızdaki birinde vardır. Önemli olan sorunun büyüklüğü değil, etrafımızda çözüm olabilecek doğru insanı bulabilmektir.

''Mezun oldum... Yeni bir işe başladım... Bir sevgilim var... Evleniyorum... Çok mutluyum hadi bunu kutlayalım!'' denilen anlarda pek çok insan olur etrafımızda. Peki ya ''Çok mutsuzum hadi dertleşelim'' demek çok mu zor? Bugün kaç kişiye gerçek anlamda içimizden geçenleri, riyasız tamamen anlatabiliyoruz? Bizi tutan şey nedir? Karşı tarafın vereceği tepki mi? Yoksa bizim kendimizi Kriptonlu olmasak bile Süpermen hissetme durumumuz mu? Yanıt muamma. Oysa ne güzel diyor Can Dündar:

Saate bakmaksızın kapısını çalabileceği bir dostu olmalı insanın...
“Nereden çıktın bu vakitte” dememeli,
Bir gece yarısı telaşla yataktan fırladığında;
Gözünün dilini bilmeli, dinlemeli, sormadan, söylemeden anlamalı...

Eğer bunu başarırsak zaten gerçek anlamda hüznü defnetmiş oluruz, zira onu susarak kendi başımıza defetmek kalıcı bir çözüm değil yalnızca bir erteleme ve kendimizi avutmadır. Her şeyin biz insanlar için olduğu şu hayatta sevinç, hüzün, aşk, dostluk vs ne varsa doyasıya yaşamalıyız ve yine tam da bu noktada Can Dündar' a kulak vermeliyiz:

Küçücük bir kâğıda yazdığımız
Kısa ama ümitvarî bir yazıyı
Yüreğe benzer bir taşa bağlayıp
Birbirimizin camından içeri atabilmeliyiz.
"Bunu da aşacağız! Bir Dost"

22 Eylül 2010 Çarşamba

Havuçlu Tarçınlı Kek

''Havucu soyun ve rendenin ince tarafıyla rendeleyin. Şeker ve oda sıcaklığındaki yumurtayı krema kıvamına gelene kadar çırpın.Sonra...'' Sonrası malum Issız Adam Keki. Tarifini merak edip bu yazıyı okumaya başlayanlar için kekin adını verdim, buradan çıkıp başka yerlerde tarifi arayabilirler zira ben burada başka şeylerden bahsedeceğim.

Yakın zamanda çok popüler olan bir film sayesinde girdi bu kek benim hayatıma, pek çok insana olduğu gibi. Zaten film öyle bir etki bıraktı ki üzerimizde, pek çok kişi 'Bundan gayrı insanın ıssız olanı makbul' deyip tuhaf hallere girmeye başladı. Doksanların pop şarkıları zar zor hatırlanırken, altmışlı ve yetmişli yılların müziklerini dinler olduk, gençler Mp3 yerine gramofon almaya başladı, Cd'lerin atası plaklarla tanıştık, eski kitaplara karşı bir merak uyandı, kısacası bit pazarına nur yağdı.

Bunların yanı sıra sevilen kişiye açılmak, bir demet çiçek almak, meşhur bir aşk şiirinden bir kuple söylemek yahut tek taş yüzükten başka bir boyuta taşındı. Yıllarca tartıştığımız Türk erkeği mutfağa girmez tabusu yıkıldı ve sevdiği için mutfak önlüğünü giymeye başlayan Oktay Ustalarla doldu etrafımız.

Efendim, beni bilenler bilir. ''Bir çk pul biber'' yazan tarifteki çk yi çay yerine çorba kaşığı zannedip Meksika usulü yaptığım kısır denememle girdiğim mutfaktan hala çıkmış değilim. Beni arayıp ''N' apıyosun?'' diye soran arkadaşlarıma ''Şu an browninin keki üzerinde vişne suyu gezdirmekteyim'' yerine ''Abi benim biraderle pes atıyoruz!'' demişliğim çoktur. Hayat tarzı işte... Bu sebeple o filmi ilk izlediğimde ben göremesem bile kafamın üstünde, içinde ampul olan bir düşünce balonu beliriverdi. Hemen çağımızın AnaBritannica' sı malum arama motoruna tıklayıp bir gün lazım oluverir diye o kekin tarifini bir kenara not ettim.

Ve düşündüğüm gibi lazım oldu da. O zamanlar sol tarafımda artçı bir sarsıntıya sebep olan, klişe belki ama şu an için 'Biz sadece arkadaşız.' lafını tüm samimiyetimle söyleyebileceğim birine yaptım ben bu keki. Aramızda bir şey olmadı, zaten kek bile kek gibi olmamıştı. Çünkü kekin adında yazan tarçını bile kek karışımının içine katmayı unuttum. Belki pudra şekeri gibi üstüne döker diye tarçını kekin yanında pakette servis ettim. Sonuç ne mi oldu? Keki daha da ıssız olayım diye gecenin bir vakti hediye ettiğim kişinin meğer tarçına alerjisi varmış ve kekin içinde de bolca yer alan cevizden hiç hoşlanmazmış. Issız adam olmak her bünyede aynı etkiyi yaratmıyor yani, bu da böyle bir anımdı...

Ülkenin En Ünlü Eğitim Adamına Mektup

Merhaba X Bey,

Mektubuma "Nasılsınız?" diye sorarak başlamayacağım. Çünkü vereceğiniz cevabı tahmin edebiliyorum: "Bittik, öldük, Ösym rezalet, Yök aynı, Meb'i saymıyorum bile" diye başlayıp gerisini getireceksiniz. Beni sorarsanız, şükür iyiyim. Kpss iptal olduğu için tekrar ders çalışmaya başladım. Her ne kadar bu ilk günler konsantrasyon eksikliği yaşasam da atlatacağımı düşünüyorum.

Gelelim sebeb-i mektubuma. Siz de bilirsiniz ki -insanın kendini bilmesi büyük bir erdemdir-, siz bu ülkede eğitim alanında tanınmış tek tük kişiden birisisiniz. Hatta belki de en tanınmışı. Bu yüzden birçok öğrenci eğitim alanında bir gelişme olduğunda sizin gazete köşenizi okuyor, sizin internet sitenize giriyor. Güzel şeyler yapıyorsunuz, eyvallah. En azından herkesin kendi köşesinden bakmayı tercih ettiği eğitim alanında "bir şeyler" yapmaya çalışıyorsunuz. Öğrenci ve velileri bilgilendiriyor, sorularına cevap veriyorsunuz. Size buna binaen teşekkürü bir borç bilirim. Lakin hoşuma gitmeyen bir durum da var. Yaz boyunca her gün köşenizi takip ettim. İyi niyetinizden şüphem yok. Ama her gün "kopyala-yapıştır" eleştirilerinizden ve karamsarlığınızdan bıktım. Hep aynı şeylerden bahsediyorsunuz. Ösym'ye, Yök'e, Meb'e yüklenmekten başka bir şey yazmaz oldunuz. Hele de benim gibi öğretmen adaylarının morale ihtiyacı bu günlerde...

Meb, geçen ay sizin eleştirilerinize karşı bir cevap verdi sitesinde. O basın açıklamasında öğrencileri ve velileri yanlış bilgilendirdiğiniz yazıyordu. Sayısal rakamlarla hem de... Siz ise hala bir cevap vermediniz. Suskunluğunuzu "hatanızı kabul ettiniz" olarak algılıyorum. Ama yine de bir özür beklerdim. Çünkü tüm yaz boyunca eleştirdiğiniz kurumların durumuna siz de düştünüz.

Her gün umutla kalkıyorum yatağımdan. Daha güzel olacak diyorum. Kadere teslimiyet gerekir kimi zaman. Hep şikayet etmek, müslümanların yapması gereken bir şey değildir. Ama sizin köşenizi okuyunca bütün neşem gidiyor.
Kopya skandalı çıktı, herkese verip veriştirdiniz.
Tercihler yapıldı, verip veriştirdiniz.
Yarımağan istifa etmedi, verip veriştirdiniz.
Atamalar ertelendi, verip veriştirdiniz.
İptal olmadı, verip veriştirdiniz.
Başbakan açıklama yaptı, verip veriştirdiniz.
İptal oldu, yine verip veriştirdiniz.
Kpss'yi Meb yapacak dendi, verip veriştirdiniz.
Yarımağan istifa etti, verip veriştirdiniz.

Bu örnekleri rahatlıkla çoğaltabilirim ama sanırım derdimi anlatabildim. Bu ülke bu kadar mı battı? Hiç mi güzel şeyler olmuyor? Hiç mi umut yok? Oturup halimize ağlayalım o zaman başka da bir şey yapmayalım. Bu mudur yani?

Sevgili X Bey, ben sizin kadar karamsar değilim. İnanıyorum, güzel olacak. Bilirsiniz "Beni öldürmeyen her şey güçlendirir" kelamını. Ben daha güçlüyüm şu an. Daha ölmedim. Bu dünyadaki en güzel şey, henüz ölmemiş olmak.

Umuyorum yeni Ösym başkanı siz olursunuz. Sayın Özcan dedi ya "Başkan dışardan olacak" diye. Niye olmasın? Ya da boşverin. Yök başkanı olun siz. Ne de olsa Ösym, Yök'e bağlı. Milli Eğitim Bakanı olmaya ne dersiniz peki? Belki daha faydalı olursunuz.

Daha güzel yazılarınızı okumak temennisiyle. Yayın hayatınızda başarılar dilerim.

Bir Kpss mağduru
Okan Aksoy

21 Eylül 2010 Salı

İskele Edebiyat Dergisi

Dergiler önemlidir. Hele söz konusu edebiyatsa... İmkanların artmasıyla birlikte son yıllarda edebiyat dergilerinde büyük bir artış söz konusu. Bu çok sevindirici bir durum. Kimileri çok dergi çıkmasının kaliteyi düşürdüğünden dem vursa da ben buna katılmıyorum. Her dergi, yeni bir heyecandır. Yeni, genç yazarlara bir "kapı" demektir. Onların edebiyata tutunma sebebidir bir nevi. Zaten hiçbir edebiyat dergisi birbirine rakip de değildir. Hepsinin ortak bir amacı vardır: Edebiyatı ve güzellikleri yaymak.

Her dergi kendi derununda bazı sorunlarla mülemma olsa da -neredeyse- hepsinin düçar olduğu ortak sorunlar da var. Bu sorunların en başında "maddiyat" geliyor. Maalesef birçok dergi kendi ayakları üstünde zar zor duruyor. Her geçen gün yeni edebiyat dergileri çıkarken, bir taraftan da kapanan dergiler oluyor. Bu sorunlardan vareste bir edebiyat, en büyük temennimiz...

İskele Edebiyat'ın temelleri yaklaşık 1.5 sene Aydın'da, emektar edebiyat ve kültür adamı Ali Haydar Hoca (Öztürk), abim Kağan Aksoy ve dergimizin editörü Safa arkadaşımın (Arslan) biraraya gelmesiyle atıldı. Sonradan bu kadroya yazı işleri müdürümüz Mücteba'nın (Sezen) ve birkaç önemli ismin daha katılmasıyla ilk dergi için hazırlıklar başladı. İlk sayı Bahar '10, Mayıs ayında basıldı. Genç yazarların ağırlıklı olduğu bir yazar kadrosu var. Kendi yazarlarımızdan (Biz Böyleyiz) Akın da yazısıyla bu isimlerin içinde yer alıyor.

İskele Edebiyat, bu aralar ikinci sayıları için hazırlıklarını tamamlıyor. En kısa süre içinde de Güz '10 sayısı elimizde olacak inşallah. Umuyoruz bu dergimiz, sizlerin de desteğiyle uzun soluklu olur.

Editörden

Yazmak, diyordu şair, faniliğin saldırısına karşı bazı insanların göstermiş olduğu reflekstir. Tam bir yıl önce bizi sonsuz sularda bu yolculuğa çıkaran şey de galiba bu refleksti. Hiçbirimizin “mesleği” değildi edebiyat ama “meselemizin” ta kendisiydi. Bunun için de vaktimizden bir mesai saati ayırmadık edebiyata. Ona ömrümüzün tamamını mesai kılma niyetinde olduk, rüyalarımız da dahil.
Bu sulara ineli bir yıl oldu demiştim. Başladığımız bu yolculukta sise de maruz kaldık, rüzgarların hırçınlıklarına da. Ama bir hayalimiz vardı ve bu hayal ile direndik tüm bunlara. Ve şimdi sığınma talebimizi kabul eden bu İSKELE’deyiz. Hayalimizin gerçekleştiğine şahitlik eden gözlerimiz artık ufku gözlüyor. Yoldan çıkarak yola çıkmış birilerini bekliyoruz. İskele’miz, ortak itirazlarımız ve ortak aşklarımızla buluşabileceğimiz bir yer olsun istiyoruz.
Şimdi isteğimiz bir kenarda bekleyedursun, devam ediyor yolculuklar. Kimimiz yolculuğa İskele’de mola verip devam edecek, kimimizin yolculuğu da bu iskeleden başlayacak. Ama hepimiz kendimizce güzel olanı paylaşmak için yolda olacağız. Sıyrılıp birşeylerden yolda olmak… Bu bile ayrı bir güzellik belki de.
Sözü daha fazla uzatmadan, sizi güzelliklerimizle baş başa bırakmak istiyorum.
Hepiniz hoşgeldiniz efendim ve bir sonraki sayıda görüşünceye kadar hepinize hayırlı yolculuklar.

Dergide neler mi var?
Çınar Dibi Pandorası, Mehlika TOYGA
Meryem’le Dertleşmeler(şiir), Ersin POYRAZ
Üçü Bir Arada Çöp Kutuları, Okan AKSOY
Cümlelerin Sonuna Üç Nokta Koyma Hastalığı, Akın ÖZKAN
Rügarüstüne Kaçış(şiir), Mücteba SEZEN
Aydınoğlu Mehmet Bey Döneminde Kültür Hayatı, Ali Haydar ÖZTÜRK
Alnına Yollar Yazılan(şiir), Hüdayi CAN
Rakamlara Her Zaman Güvenmeyiniz, Kağan AKSOY
İz(şiir), Safa ARSLAN
Roman İçinde Roman Yahut Bir Aytmatov Klasiği, Ömer KARATAŞ
Bu Bir Geç Kalıştır, Asaf ALİ
Gök Çizemeyen Ressam(şiir), Asım AKSOY
Yumurta-Süt-Bal Kardeşliği, Mustafa Ali VAROL
Bir Güz Medeniyeti Çocukları(şiir), Mehmet ÖNAL
Gören Göz Kalp midir?, Zahide ERDOĞAN
Raf Arası: Ademin Kanadı, Keşşaf ÇELEBİ

İletişim:
iskeledergi@gmail.com
http://www.facebook.com/iskeledergi
0 505 458 77 31 – 0 533 350 22 55

Mesnevi'den -III-

I. cildin devamı

Baharlarda hiç taş yeşerir mi? Sen de toprak ol da, senden renk renk güller yetişsin. Yıllardır gönüller inciten, kalpler kıran taş oldun; denemek için bir zaman da toprak ol... 1911
-----
Böylece o mumun ışığı, yüz muma nakledilse, o mumdan yüzlerce mum yakılsa, sonuncu mumun aydınlığını gören bile asıl ilk mumu görmüş olur. 1948
-----
Nefsinin arzu ettiği nefis yemekler, hurmalar, incirler aslında, seni Hak yolundan alıkoyan ayağına batmış dikenlerdir. Sen ilahi sevgiyi göremeyen çok nankör birisin. Can ayağına batmış nefsani istekler dikenini, şehvet ve hiddet dikenini çıkarmadıkça gözün kararır, göremezsin. Bu halde nasıl dönüp dolaşacaksın? 1964
-----
Şu çınarın yaprakları dökülürse, Cenab-ı Hakk, ona yapraksız da yaşama gücü verir. Dağıtmaktan, cömertlikten ötürü elinde mal kalmasa, Allah'ın inayeti, seni ayak altında çiğnetir mi? Ekin ekenin ambarı boşalır ama bu işin iyiliği tarlada belli olur. Fakat buğday ekilmez, yerinde kullanılmaz da, ambarda saklanırsa bitlere, küçük kurtlara, farelere benzeyen hadiseler onu tamamıyla mahveder. 2236
-----
Akıllı kişi, Allah'ın verdiği rızkın azına çoğuna bakmaz. Çünkü ikisi de gelip geçicidir, sel gibi akıp gider. 2289
-----
Mal, mülk, altın, başa giyilen külaha benzer. Ancak kel olan bir baş külaha sığınır, onunla örtünür. 2343
-----
Hz. Muhammed (sav)'i Ebu Cehil gördü de; "Haşim oğullarından çirkin bir yüz belirdi" dedi. Hz. Peygamber ona buyurdu ki; "Haddini geçtin ama doğru söyledin". Halbuki Hz. Ebu Bekir, Hz. Peygamberi görünce "Ey güneş, sen ne doğudansın, ne batıdan, latif bir nurla parla" diye buyurdu. Peygamber Efendimiz, ona da, "Ey şu değersiz dünyadan kurtulan aziz varlık, doğru söyledin" diye buyurdu. Orada bulunanlar, "Ey insanların en şereflisi, en büyüğü, ikisi de birbirine aykırı düşen söz söyledi. İkisine de 'Doğru söyledin' diye buyurdunuz; bunun sebebi nedir?" dediler. Hz. Muhammed (sav) buyurdu ki; "ben Hakk'ın kudret eli ile cilalanmış bir aynayım, Türk olsun, Hintli olsun, bana bakar, kendi nasılsa, bende kendini öyle görür" 2365
-----
Dünyaya aşık olan kişi, üstüne güneş ışığı vurmuş bir duvara aşık olmuş kişiye benzer. O duvar aşığı, duvardaki ışığın, güneşten geldiğini anlamaya çalışmaz ve duvara gönül verir. Güneşin ışığı güneşe geri dönünce duvar aşığı, ebedi olarak mahrum kalır. 2800
-----
Mana kapısını çalarsan sana açarlar. Düşünce kanadını çırpar, uçmaya çalışırsan, seni bir doğan haline getirirler. Haberin yok, senin düşünce kanadın, çamura bulanmış, ağırlaşmıştır. Çünkü sen, çamur yiyorsun, çamur sana ekmek olmuş. Ekmek ile etin aslı, mayası topraktır, çamurdur. Bunları az ye de çamur gibi yer yüzüne yapışıp kalma. Acıkınca köpek oluyorsun; kızgın, geçimsiz, kötü huylu, sert, yanına yaklaşılmaz soysuz bir köpek kesiliyorsun. Fakat doyunca da pis bir leş halini alıyorsun; duygusuz, her şeyden habersiz, sanki elsiz ayaksız bir duvar gibi oluyorsun. 2870
-----
Ey kendini olgun gören kişi, senin ruhunda kendini olgun sanmaktan daha kötü bir illet olamaz. Senden bu kendini beğenme, kendini olgun görme hastalığı gidinceye kadar gönlünden, gözünden çok kanlar akar. Bu hastalık, İblis hastalığıdır. İblis, benliğe kapılmıştı da "Ben Adem'den daha hayırlıyım" demişti. Aslında bu hastalık, her mahlukun, her insanın nefsinde vardır. 3214
-----
Kardeşim, gönlünde buldukların, sana akıp gelen hikmet, güzel duygular, manevi zevkler senin değildir. Abdalın yani bir velinin himmetidir. Bu duygu sana eğreti olarak verilmiştir. Bir velinin kitabını okudun, sözlerini duydun, gönül evi kendinde bir nur bulmuştur. Ama bu nur evi çok aydınlık olan komşudan gelmektedir. Allah'ın lütfu eseri, sana gelen nurdan, gönlünde bulduğun manevi zevkten ötürü gurura kapılma; bunu verdiği için Allah'a şükret. Sözüme kulak ver, sakın ha, kendini görme, kendini bir şey sanma. 3255
-----
Ey güvendiğim dostlarım! Beni kınayarak, ayıplayarak öldürün. Çünkü öldürülmem, beni ebedi hayata kavuşturacaktır. 3934
-----
Söz toprakla iyice karıştı, su busbulanık geliyor. Kuyunun ağzını kapa. Kapat da, Cenab-ı Hakk onu yine durultsun, hoş bir hale getirsin, gönül kuyusunu bulandıran Allah, onu elbette bir gün durultur ve manevi feyizle doldurur. 4000