3 Eylül 2010 Cuma

Niçin Yazıyoruz?

Bir çoğumuz hayatımızın bir döneminde bir şeyler karalamıştır. Kimimiz bunu alışkanlık haline getirmiştir, kimisi ise yazmayı tercih etmemiştir. Peki yazmayı bırakamayanlar, niye onsuz yapamıyor?

Ünlü yazarların cevaplarına bakalım isterseniz. George Orwell, yazarak hayattaki başarısızlıklarının üstünü örttüğünü söyler. Ona göre düzyazı için gerekli olan dört ana unsur vardır: estetik merak, salt bencillik, tarihsel dürtü ve siyasal amaç. Jean Paul Sartre de "Edebiyat Üzerine" isimli kitabında insanın kendisi için yazmadığını belirtir. İnsanın tek başına yaşaması halinde, kalemi bırakacağını ya da umutsuzluğa kapılacağını iddia eder. Çünkü ona göre yazma işleminin karşısında okuma işlemi vardır ve zihnin eseri olan yazıyı yazarla okuyucunun birleşik çabasının ortaya çıkaracağına inanır.

Max Frisch ise yazmayı oyun oynamaya benzetiyor. Kumda veya telle oynayan bir çocuk gibi, bir tel bulup onu bükmekten hoşlanan bir çocuk. Bir başka gerekçesi de duvara şeytan resmi yapmak... Böylece ona göre bir endişeyi, bir umutsuzluğu, bir sıkıntıyı uzaklaştırmak söz konusu olabilir. Tarih öncesinde de ressamlar korktukları hayvanın resmini duvara çizerek ondan kurtulmuşlar.

Bernard Shaw ise ilginç bir cevap veriyor. O, çalışamayacak kadar yorgun olduğu için kitap yazıyormuş. Böylece "yapmak"tan kurtulup yazıyor. Giorgio Mandanelli de yazarlığı "okuyucunun gözünü boyamak" olarak algılayarak olaya farklı bir boyut getiriyor ve diyor ki: “Belki de yazmak, doğuştan küçük hırsızlıklara ya da düzenbazlığa eğilimli, ama büyük ölçüde suç işleme yürekliliğine sahip olmayan kişinin dolandırma biçimidir."

Eugene Ionescu da bu soruya kaçamak bir cevap vermiş: "Sizin bilmeniz gerek, çünkü yazdıklarımızı siz okuyorsunuz ve okuduğunuza, okumaya devam ettiğinize göre, onlarda sağlam bir yan, bir beslenme yolu, ihtiyaç karşılayan bir şeyler buluyor olmalısınız.” Cevaplar gittikçe farklılaşıyor. Peter Handke de yazıyla kendisini yaşamdan uzaklaştırdığını söylüyor. Sylvia Plath ise belki de çoğu yazara tercüman oluyor: "Yazıyorum çünkü içimde susturamadığım bir ses var." F. Scott Fitzgerald da Plath'ı doğruluyor ve diyor ki: "Bir şey söylemek için yazmazsın, söyleyecek bir şeyin olduğu için yazarsın."

Biraz da bizim yazarlarımıza bakalım. Rasim Özdenören "meselesi" olan kişinin yazdığını söyler. Sadettin Acar da Özdenören hakkında buna vurgu yaparak "Adeta tövbe etmeye bile geç kalmış bir toplumun günahlarının kefareti olsun diye yazıyor, yazıyor, durmadan yazıyor" der.

Murathan Mungan da niye yazdığını bilmediğini söyler. "Doğrusunu söylemek gerekirse, ben de tam olarak bilmiyorum. Çünkü çoğu kez, yazarın kendi de tam olarak bilmez bunu. Dünyanın kendinden en emin yazarları bile, bu soru karşısında tutukluk çekerler; yanıtlarında her zaman bir belirsizlik, bir bulanıklık, sözün gelip dayandığı bir noktadan sonra seslerine yerleşen bir geçiştirme tonu vardır."

Necip Fazıl da şair oluşunu hastanede yatan annesinin "Senin şair olmanı isterdim" demesine bağlar. Sait Faik ise "Mesleğim olduğu için yazıyorum" der. Tarık Buğra olaya daha farklı bir açıdan bakar ve yazıyı "sürüden ayrılma"ya benzetir. Ona göre yazar, kendi değerinin farkında olmalıdır ve ona göre davranmalıdır: “Bir ödül için kendisini satan adam, ne yazar olabilir, hatta insan bile olamaz. İnsan olunmadan da yazar olunmaz. Bağımsızlık lâzım. Sıradan insan değildir yazar. Bunu politikacılar kabûl etmez, fıkra yazarları kabûl etmez, eleştirmeciler kabûl etmezler bunu... Ama, gerçek yazar, sıradan bir insan değildir. Ona ihtiyacı vardır toplumun. Bu ihtiyacı duyan toplum yükselir. Bu ihtiyacı karşılayan insan kazanır.”

Fazıl Hüsnü Dağlarca da "Yazmasam ölürdüm" diyen Rilke gibi "Bütün vücudum kuma gömülse, sadece tek bir kolum dışarda olsa yine de yazardım" diyor. Nobel ödülü alan tek yazarımız olan Orhan Pamuk da ödülü alırken yaptığı "Babamın Bavulu" isimli konuşmasında yazmasının sebeplerini çok güzel açıklıyor. Aşağıda bu metni verdim.

Peki ben niçin yazıyorum? Söyleyeceğim şeyler var, o yüzden yazıyorum. Daha da önemlisi "insan"lığımı anlamak için yazıyorum...

Orhan Pamuk / Babamın Bavulu'ndan
Bildiğiniz gibi, biz yazarlara en çok sorulan, en çok sevilen soru şudur: Neden yazıyorsunuz?
İçimden geldiği için yazıyorum!
Başkaları gibi normal bir iş yapamadığım için yazıyorum.
Benim yazdığım gibi kitaplar yazılsın da okuyayım diye yazıyorum.
Hepinize, herkese çok çok kızdığım için yazıyorum.
Bir odada bütün gün oturup yazmak çok hoşuma gittiği için yazıyorum.
Onu ancak değiştirerek gerçekliğe katlanabildiğim için yazıyorum.
Ben, ötekiler, hepimiz, bizler İstanbul’da, Türkiye’de nasıl bir hayat yaşadık, yaşıyoruz, bütün dünya bilsin diye yazıyorum.
Kağıdın, kalemin, mürekkebin kokusunu sevdiğim için yazıyorum.
Edebiyata, roman sanatına her şeyden çok inandığım için yazıyorum.
Bir alışkanlık ve tutku olduğu için yazıyorum.
Unutulmaktan korktuğum için yazıyorum.
Getirdiği ün ve ilgiden hoşlandığım için yazıyorum.
Yalnız kalmak için yazıyorum.
Hepinize, herkese neden o kadar çok çok kızdığımı belki anlarım diye yazıyorum.
Okunmaktan hoşlandığım için yazıyorum.
Bir kere başladığım şu romanı, bu yazıyı, şu sayfayı artık bitireyim diye yazıyorum.
Herkes benden bunu bekliyor diye yazıyorum.
Kütüphanelerin ölümsüzlüğüne ve kitaplarımın raflarda duruşuna çocukça inandığım için yazıyorum.
Hayat, dünya, her şey inanılmayacak kadar güzel ve şaşırtıcı olduğu için yazıyorum.
Hayatın bütün bu güzelliğini ve zenginliğini kelimelere geçirmek zevkli olduğu için yazıyorum.
Hikâye anlatmak için değil, hikâye kurmak için yazıyorum.
Hep gidilecek bir yer varmış ve oraya —tıpkı bir rüyadaki gibi— bir türlü gidemiyormuşum duygusundan kurtulmak için yazıyorum.
Bir türlü mutlu olamadığım için yazıyorum.
Mutlu olmak için yazıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder