25 Ağustos 2010 Çarşamba

Türk'üm, Doğruyum, Çalışkanım, Kendime Has Bir Yaşam Tarzım Var!

Yeryüzünde yer alan hiçbir canlı birbirine benzemez, hele ki insanlar birbirinden oldukça farklıdır. Hatta ilkokulda sınıfın en bilgiç -muhtemelen gözlüklü- öğrencisinden öğrendiğimiz kadarıyla bütün insanların parmak izleri bile farklıymış. Lise yıllarında bu öğrenci yine gelir bu kez de dil izlerinin farklı olduğunu söyler, haklı olma payı vardır, en son yaptığım deney pamukta fasulye yetiştirmek olduğundan bu konuda araştırma yapıp insanlığa katkıda bulunamadım, affola.

Ama hiç mi ortak özelliğimiz yok acaba? Eğer yazının bir yerinde böyle bir soru varsa devamında yanıtı da vardır, aklınızda bulunsun. Gözleri tavana dikip kafa patlatmaya gerek yok az sonra engin bilgi birikimimle sizleri aydınlatacağım.
Merak etmeyin konumuz çalıştığınız yerden olacak: Türkler. Kendimize has öyle acayip özelliklerimiz var ki hepsini burada anlatmaya kalksam ne tavuk tüyüm ne de mürekkebim yeter. Ama misal şuradan başlayabiliriz: Buğulu camlara yazı yazmak. Şimdi kimse kimseyi kandırmaya çalışıp ben hiç yapmadım demesin, 24 saat cebinizde kağıt kalemle mi dolaşmaktasınız? İnanılmaz hoş bir şeydir değil mi? Otobüs camına, yemek buharı yapışan mutfak camına, kış aylarında ise bütün camlara karşı en vandal yönümüzü gösteririz. Azıcık birine meyletmişsek içinde baş harfler olan bir de kalp çizeriz sonra da o başharfleri bir de gelin arabasının arkasında görmeyi hayal ederiz.

Söz yazı yazmaktan açılmışken dünyanın başka hiçbir yerinde defter amaçlı kullanılmayan bir kapıdan söz etmek istiyorum. En ilkel topluluklar bile ceylan derisi, parşömen, kil tablet yahut bildiğimiz sıvasız mağara duvarlarını kullanmışlardır ama kimsenin aklına WC kapısına yazı yazmak gelmemiştir bizim dışımızda. Ciddi ciddi birkaç nesil bu yazıları okuyarak büyüdü, o çocukların gelecekteki ruh hallerini düşünebiliyor musunuz? Tabi ben oldum olası o yazıları yazanların da ruh hallerini merak etmişimdir. a) Yalnız, b) Entellektüel, c) Sapık, d) Hepsi, e) Hiçbiri. Yanıtı size kalmış.

Gelelim ülkemize gelen turistlerle olan münasebetimize. Turistlere başka bir evrenden gelmiş beş gözlü iri kulaklı yeşil yaratıklarmışçasına davranan başka milletler de var mıdır acaba? Ne olur var olsun! Özellikle toplu taşıma araçlarında bir turist gaflette bulunup ağzını açarsa, şoför dahil herkes bir anda kulak kesilir konuşmasına. Adam belki de eşinin kulağına aşk sözcükleri fısıldıyordur, nerede kaldı özel hayatın gizliliği hakkı. Biraz empati kurmak lazım değil mi ama? Bir de artık onlara 'Did you like Turkey?' diye sormayı bırakırsak hoş olur.

Kendimize has düğün merasimlerimizden de bahsetmezsem olmaz. Tabi öyle çok düğün salonu klişemiz var ki anlat anlat bitmez. ' Anne babalar, lütfen çocuklarımızı pistten alalım' diye bağıran amca, eline aldığı tefle düğüne gürültü dışında hiçbir katkıda bulunmadan para isteyen müzisyen, düğün bitene kadar göbek atıp düğün bitince bir anda feryat etmeye başlayan gelinin akrabaları, aynalı kolonlar, çocuklar tarafından talan edilen çelenkler, krem şantili tost ekmeği tadında pasta ve suyun içine kazara düşen limonla yapılmış limonata ve diğerleri...
Belgeseli çekilip prime-time' da gösterilse reyting rekorları kıracak olan dolmuş şoförleri...Bence onlar dünyadaki en nev-i şahsına münhasır meslek erbabı ve çok şükür yalnızca bizim ülkemizdeler. Onlar olmasa sabahın köründe arabesk müzik eşliğinde kim afyonumuzu patlatacak, kim bir ulaşım aracını dantellerle, cdlerle ve vecizelerle süsleyecek. Hatta onlar olmasa bize kim 'Öne arkaya doğru ilerleyelim ablacım', 'Amca boşlukları doldursana bi zahmet' diye direktifler verecek. Dolmuşa binmek yaşamak kadar ciddi bir iş...

Bunların dışında nelerimiz var:
Her cümlenin sonuna bitse de bitmese de üç nokta koymak,
Televizyon izlerken ' Şu adam nerede oynamıştı', ' Bu kızı hangi filmden gözüm ısırıyor' diye derin düşünceler dalmak,
Arabesk müzik dinlemek (bu konuda polemiğe girmek istemiyorum),
Çiğ köfte yaptıktan sonra kıvamını tavanda denemek,
Denizde deve güreşi yapmak,
Kış mevsiminde her gördüğümüz kardan adamı yıkmak istemek ve şaka mahiyetinde en yakın arkadaşımızı yüzüstü yatırıp onu karla boğmaya çalışmak ya da ensesinden içeri buz atmak,
Yeni dökülmüş betonlara sanki bizim sanat eserimizmişçesine adımızı yazmak,
Evde salça kalmamışsa bakkaldan önce komşuya gitmek,
Sınav esnasında 'Hocam isteğimiz sorudan başlayabilir miyiz?' diye sormak,

Tüm bunlar bizi anlatmaya yeter mi? Elbette yetmez ama şimdi gidip millet olarak en çok sevdiğimiz şeylerden birini yapacağım: pembe dizi izlemek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder