27 Ağustos 2010 Cuma

Büyüyün Biraz!

Mertlik silahla değil, sanal alemle bozuldu bence. Malumunuz günümüzde özel hayat kalmadı. Artık insanlar ne yapsa, nereye gitse, ne düşünse anında msn, facebook, twitter gibi sanal alemde hemen yazıyorlar. Böylece insanların neler düşündüğü, nasıl birileri olduğu açıkça ortaya çıkıyor. İnsanların böyle bir ortamda kendini saklayabilmesi müthiş bir başarı addediliyor. Peki ben neler görüyorum bu sanal alemde?

- gereksiz dünya
- hayat niye böyle
- hep karanlık
- her şey üst üste geliyor
- insanlar lüzumsuz

Bu ve benzeri sözler size de tanıdık geliyor değil mi? Evet bu yazıları yazanlar benim de arkadaşlarım. Yazının yazıldığı an itibariyle 22 yaşındayım. Benim gözlemlediğim insanların yaşları da doğal olarak bu civarda -yani ergenliğini tamamlamış insanlar-. Bazıları üniversiteyi bitirmiş, 1 hafta sonra öğretmen olacak, bazıları son sınıfta, bazıları da işe başladı. Peki bunlar ne yaşıyor da bu kadar karamsar ve isyankarlar?

Şikayet etmeye o kadar meyilli olduk ki artık neler yazdığımızın, neler dediğimizin farkında olamıyoruz. Allah'tan uzaklaştıkça şikayet ediyoruz. Şükretmeyi unutur olduk. Bir kısmımız da usuleten şükrediyor. Kuru ağızla yani. Şunu her zaman unutuyoruz. İnsan, önce kendinden sorumlu. Bir reşit olarak kendi seçimlerimizi kendimiz yapıyoruz. Seçimlerimizin sonuçlarına da katlanmak zorundayız. Bazen seçim bize kalmayabilir. Bu tür durumlarda “kaderine razı olmak” durumunda kalır insan. Hz.Peygamberimiz(sav)'in de dediği gibi: "Ayağına batan dikenin verdiği acı da dahil olmak üzere müslümanın başına gelen her türlü yorgunluk, tasa, keder ve üzüntüyü, Allah müminin hatalarını mağfiret etmeye vesile kılar." Şunu da unutmamak gerekir: Her olayın bir öncesi vardır. Dolayısıyla her seçimden de önce başka bir seçim. Bunların hepsi birbiriyle alakalıdır. “Bizim elimizde olmayan olaylar” hariç başımıza gelen her olay, bizim seçimlerimiz sonucunda olmuştur. Sen yere bir dal parçası atarsan, gün gelir o dal ayağına takılır, düşersin. İşin kötüsü o dalı kendi attığının farkında olmazsın. Bir arkadaşınızla kavga ettiğinizi düşünün. Bunun sebebi de aslında sizsiniz. Çünkü o kişiyi de arkadaş olarak siz seçtiniz. Seçerken nelere dikkat ettiniz peki? Hem zaten tüm anlaşmazlıkların altında ne yatar? "Ben biliyorum" düşüncesi. Sevmediğiniz bir insanı düşünün. Sizin gibi düşünmediği için sevmezsiniz. Tartıştığınız kişiyle de sizin gibi düşünmediği için tartışırsınız.

Kur'an-ı Hakim'de Şura suresinin 30. ayetinde şöyle geçer: "Başınıza her ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir." Hz.Mevlana, gönlünde ne zaman bir huzursuzluk hissetse kendi günahlarından bilir ve hemen Rabbine tövbe edermiş. Ama insanlar bu ayeti hep unutuyorlar ve suçu dünyaya ve -haşa- Allah'a atıyorlar. Kuran'da birçok ayette geçer sabrın önemi. Cenab-ı Hak buyurur ki: "Sabredenleri müjdele."

Arabası çalınan adamın misali verilir. Arabasının çalınması adam için hayırlıdır. Lakin eğer adam, Rabbimizin razı olmayacağı şeyler söylerse o hayırlı olan olay, onun için artık hayırlı olmaktan çıkar. Talak Suresi 62. ayette de denir ki: "Kim Allah'a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona sıkıntıdan çıkış kapıları açar; onu hiç ummadığı yerlerden rızıklandırır." Demek ki, her şey bizim ağzımızdan çıkan kelimelere bakıyor. Biz "söz"ü nasıl kullanıyoruz? Onunla dua mı ediyoruz yoksa isyan mı ediyoruz farkında olmadan? Şükrediyor muyuz yoksa nimet geldiği anda geçici şeylere mi sarılıyoruz hemen?

Ağlıyor muyuz, evet. Ama geçici şeyler için ağlıyoruz. Ağladıkça da -mum misali- canımız daha da yanıyor. Susuzluğumuzu tuzlu suyla gidermeye çalışıyoruz. Gözyaşlarımızı -olması gerektiği yerde- tövbe ederken akıttık mı peki? İçinde bulunduğumuz mübarek Ramazan ayını değerlendirdik mi? Rabbimize yakınlaştık mı? Bunları yapmadan gönül ferahlığına kavuşabilir miyiz? Farkında değiliz ama perdeyi kapatıyoruz biz. Daha sonra da "Güneş niye yok" diye yaygarayı basıyoruz. Cenab-ı Hakk buyurur ki: "Ben bir kulumu ağlatırsam, merhametim kabarır coşar, o ağlayan kulum nimetime erişir. Ben bir kuluma isteyeceği bir şeyi vermeyecek isem o isteği ona vermem. O isteği onun hatırına ve gönlüne getirmem; fakat bir kulumu da sıkıntıya düşürür, daraltırsam onun gönlünü açar, onu ferahlandırırım. Merhametim, acımam o hoş ağlayışlara bağlıdır. Bir kulum ağlayacak olursa, rahmet denizim dalgalanır, coşar, köpürür.

Ergen triplerini bırakıp doğru yolda yürümemiz lazım. Allah nasip eder de 40 yaşına gelirsek şu an bu yazılanlara gülüp geçeriz. Ha, eğer hala aynıysak -korkarım- durum hiç de iç açıcı değildir. Rabbimin gazabından bol olan rahmeti üzerimize olsun...

Kaza ve kader, yüz kere canına kastetse, yine sana can verecek, derman edecek odur. Şu kaza, yüz kere yolunu vursa, yine senin çadırını gökyüzünün yücesine kurar. Kazanın seni korkutmasını kerem eseri bil... Çünkü bu korkutma, seni emniyet meleğine götürmek içindir.
Mevlana / Mesnevi (cilt: I beyit: 1259)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder